.

SEN OLMADAN BEN KİTAP YORUMU



Kitap Adı: Sen Olmadan Ben
Özgün Adı: Me Without You
Yazarı: Kelly Rimmer
Yayınevi: Pegasus

Sonu ile beni göz yaşlarına boğan kitabın yorumunu okuyorsunuz şu anda. Ancak kitabın duygusal ve iyi yönlerine geçmeden önce birkaç tane olumsuz yönünden bahsedeceğim size. Ardından methiyeler düzmeye devam edebilirim.

Kitaba başladığım ilk 50 sayfa dili beni çok zorladı. Karakterimiz olayı birinci ağızdan anlatıyordu ama yazarımız dil olarak görülen geçmiş zamanın hikayesini kullanmış. Açıklamak gerekirse, fiile '-mış' ekinin ardından '-dı' ekinin gelmesi ile oluşan bir zaman kipi. Örnek verecek olursam: Oturmuştu. Daha fazla dil bilgisi dersi vermeden kitabımıza geri dönelim :)

Daha önce bu tür yazım tarzına kitaplarda rastlamıştım ancak karakter geçmişte yaşadığı bir olayı anlattığında kullanıldığını görmüştüm. Ben de kitaba başladığım ilk 50 sayfa karakterin geçmişte yaşanan bir olayı anlattığını, sonrasında ise günümüze döneceğini sandım. Ama kitapta çoğunlukla bu zaman kipi kullanılmıştı. Daha önce bu tarz okumadığım için açıkçası alışmam biraz uzun sürdü. Alıştıktan sonra ise hiçbir kısmı gözüme batmadı.


İkinci olarak kitaptaki bazı kısımlar kendini tekrar ediyordu. Sanki yazar bilgiyi daha önce verdiğini unutuyormuş da tekrar hatırlamadan o bilgiyi veriyormuş gibi. Açıkçası günümüz aşk romanlarını okumak bana keyif vermiyor. 200. sayfaya gelene kadar beni etkileyecek bir yön bulamamıştım kitapta. Ama 200. sayfadan sonra yavaş yavaş ilgimi çekmeye başladı. Bunun nedeni öncesinde kitapta yan karakterlere çok az yer veriliyor oluşuydu. Yani kitap 2 kişinin etrafında dönüyordu. Kitaba yeni karakterler eklendiğinde ve olaylar artık kızışmaya başladığında ben de sevmeye başladım.

Şimdi geçelim son 130 sayfaya methiyeler düzmeye. Kitaba yavaş yavaş ısınmaya başladım. Kitap yavaş yavaş o günümüz aşk romanlarının havasından çıkmaya başladı. Olaylar birden bire sarpa sarmaya başladı. 

Her iki başkarakterimizi de çok sevdim. Her ikisinin de aslında içinde yatan o iyi kalpli insanı görmeye başladığımda birbirlerine ait olduklarını anladım. Kitabın tanıtımlarında "Senden Önce Ben'i sevenler bu kitaba da bayılacak." gibisinden bir cümle görmüştüm. Evet konu olarak Senden Önce Ben'e çok benziyordu ama benim gözümde hiçbir kitap Senden Önce Ben kadar kusursuz olamaz.

Kitaba başladığımda oluşan önyargım giderek azalmaya başladı. Ve o son 50 sayfa... Göz yaşlarıma hakim olamadım. Beni ağlattı. Kitabı bitirdiğimde ise şok olmuş bir vaziyetteydim. Beni bu kadar etkileyeceğini tahmin edememiştim. Sonu beklediğimin çok çok üzerindeydi. Beni ağlatan kitapların her zaman bende ayrı bir yeri olur. Bu kitabın da sonunu aradan zaman geçtikçe tekrar tekrar okuyacağım.


KONUSU:

30'lu yaşlarının sonunda olan Lilah'nın avukatlık hayatı yoğun ve karışık bir biçimde ilerliyordur. O ise bundan zevk duyuyordur. Hayatını dünyayı değiştirmeye ve en azından küçük de olsa bir yarar sağlamaya adayan Lilah'ın geçmişi diğer insanlarınkinden çok farklıdır. Callum'un da Lilah'dan farklı bir hayatı yoktur. Her ikisi de yalnız başlarına yaşadıkları evlerinden çıkıp işe, işten çıkıp eve gelmektedirler. Ancak vapurda tanıştıkları o gün her şeyin bundan sonrası için çok farklı olacağını ikisi de fark etmiştir.

Bu kitabın sonu beni fazlasıyla etkiledi. Beğendiğim bir kitap oldu. Sen Olmadan Ben, benden 7 puan aldı. Kitapla ilgili görüşlerinizi aşağıya yorum olarak bırakabilirsiniz. Ayrıca beni Instagram hesabım olan @haveyoumetmyblog 'dan takip etmeyi unutmayın. Başka bir kitap yorumunda görüşmek üzere.
Sağ tarafta yer alan "İzle" butonuna tıklayarak blogumu takibe alırsanız mutlu olurum :)
Haveyoumetmyblog Haveyoumetmyblog Author

UYANIŞ KİTAP YORUMU


Kitap Adı: Uyanış
Özgün Adı: Alive
Yazarı: Scott Sigler
Yayınevi: GO! Kitap

Mükemmeldi! Kusurları var mıydı? Evet vardı. Ama ben bu kitabı kusurlarına rağmen sevdim. Bir an olsun düşmeyen aksiyon ve gerilim beni bu kitaba bağladı. Arka kapağını okuduğumda açıkçası bana pek de cazip gelmemişti. Son zamanlarda bu tarz fantastik kitaplara karşı bir önyargım var ne yazık ki. Ancak kitaba başladığımda önyargımın yavaş yavaş yıkıldığını gördüm.

Uyanış, mükemmel bir akıcılıktaydı. Benim bu kitabı okumam 2 metrobüs yolculuğu sürdü diyebilirim :D Sabah okula giderken 1.30 saat, dönerken 1.30 saat ve eve gelince 1 saat okudum, gün içerisinde bitti. Akıcı oluşunu daha nasıl farklı bir şekilde anlatabilirim bilmiyorum :)


Kitapta onlarca karakter var ancak bizi ilgilendiren sadece 5-6 kişi. Başkarakterimiz Em'de ise bir karakterde arayabileceğim tüm olumlu özellikler var. Lider ruhlu oluşu ve güçlü oluşu bunlardan birkaçına örnek.

Uyanış'ın serinin ilk kitabı olduğu açıkça ortada. Yazar bu kitabı yazmış ve sonunda da "Siz daha hiçbir şey okudunuz, bir de ikincisini okuyun da o zaman görün." dercesine bir sonla bitirmiş. Yani serinin ikinci ve üçüncü kitaplarında bizi daha fazla olay bekliyor eminim.

Kitapta ilk 100 sayfayı geçtiğimde "Bu kitap nereye gidiyor böyle?" dedim. Çünkü o kadar garip ve olağandışı bir konusu var ki sonunda ne olacağını kimse tahmin edemez. Merak uyandırıcı oluşu kesinlikle mükemmeldi.


KONUSU:

12 yaşındaki Em o gün doğum günü olduğunu bilerek bir acı ile uyanır. Ancak yatağında değil bir tabutun içindedir. Güçlükle tabutun içinden çıktıktan sonra etrafında kendininki gibi onlarca tabut görür ve içerisindeki çocukları çıkarmak ister. Çocukların hepsi o gün 12 yaşına basmıştır. Ancak hiçbiri ne ailesini ne de gerçek adını hatırlamamaktadır. İçinde bulundukları bedense 12 yaşındaki bir çocuktan çok bir yetişkin bedenidir. Akılları 12 yaşında ama vücutları yetişkin olan doğum günü çocuklarının hikayesi sizce nasıl sonuçlanır?

Doğum günü çocukları uyanıyor...

Kitabı okurken çok büyük keyif aldım. Bu tarz kitaplardan hoşlanan biriyseniz mutlaka önerimdir. Uyanış benden 9 puan almayı başardı. Kitap hakkındaki görüşlerinizi aşağıya yorum olarak bırakabilirsiniz. Beni Intagram adresim olan @haveyoumetmyblog 'dan takip etmeyi unutmayın.
Sağ tarafta yer alan "İzle" butonuna tıklayarak blogumu takibe alırsanız mutlu olurum :)
Haveyoumetmyblog Haveyoumetmyblog Author

AİLENİZ HÂLÂ YANINIZDAYKEN SEVİN, SARILIN




Biraz sonra anlatacağım olay birkaç gün önce yaşandı ve o günden sonra sürekli olarak aklıma takılıyor, içim burkuluyor. Artık o kızın gözlerine baktığımda bambaşka bir kişi görüyorum...

Bundan birkaç önceki yazdığım blogda yeni sınıfımdan ve ortamımdan bahsetmiştim. İlk haftamı anlatmıştım. Şu an 4. haftadayız, çok şey değişti. İnsanları daha yakından tanıdım ve ben de biraz olsun samimi ilişkiler kurmaya başladım. Geçelim konumuza...

İlk haftadan beri yanımda oturan benimle sohbet etmeye çalışan bir kız vardı. Gerçek adını geçirmek istemiyorum. O yüzden siz onu şimdilik Sema olarak tanıyın. Sema ile bunca zaman boyunca ne kadar arkadaşlık kurulabilirse biz de o kadar yakın arkadaşlık kurmaya çalıştık. Güldük, eğlendik, sohbet ettik vs.

Bundan 2 gün önce Sema'nın telefonu sıradan kayarak yere düştü. Telefonu kırıldı ve dokunmatiği çalışmadı. Benim telefonumdan teyzesini aradı ve ona ulaşamazsa endişelenmemesi gerektiğini söyledi. O sırada ben olsaydım ilk önce anne ve babama haber verirdim diye düşündüm. Bu olay dikkatimi çekti ama kabalık etmemek adına sormadım.

Ardından bana okulun karşısındaki alışveriş merkezine gidip telefon modellerine bakalım mı diye bir teklifte bulundu. Ben de kabul ettim. Ders bittikten sonra alışveriş merkezine gittik ve ilk önce bir şeyler yedik. Yemek yerken yaklaşık 2 saate yakın bir süre sohbet ettik. Bu blogun asıl yazılma sebebi işte o sohbet.

Bazı sorularım üzerine Sema ailesinden bahsetmeye başladı. Öncesinde ise yeni alacağı telefonun taksitini nasıl ödeyeceğini düşünüp duruyordu. "Annen ve baban almaz mı?" dedim. O da anlattı. Sema şu anda teyzesi ile birlikte yaşıyor ve ihtiyaçlarının çoğunu teyzesi karşılıyor. Annesi Sema 8 yaşındayken gırtlak kanseri nedeniyle vefat etmiş. Duyunca çok şaşırdım ve yüzündeki burukluğu gördüm. Annesiz büyümenin nasıl bir şey olacağını düşünemedim bile. Kendisinden 2 yaş küçük bir de erkek kardeşi var.

Annesi öldüğünde emekliymiş ve maaşı Sema'ya, kardeşine ve babasına bölünüyormuş. Sema 18 yaşına gelene kadar babası çocuklarına düşen payı vermemiş. Sema ancak şu anda kendi payı olan 400 lirayı alabiliyor.

Bana babasından bahsetti. Babasının Sema'ya destek olmayışından, maddi olmasa bile en azından manevi desteğe ihtiyacı olduğundan bahsetti. Babasının söylemlerini anlattı. Hatta öyle bir cümle kurdu ki yok artık dedim ve güldüm. O da şaka yapmıyorum bana bunu gerçekten söyledi dedi. O cümleyi burada kullanmak istemiyorum çünkü bırakın bir insanın evladına, başka bir insana bile söylememesi gereken bir cümle.

Babasından hiçbir destek görmeyen Sema kendine düşen 400 lira ile teyzesinin yanında yaşıyor. Teyzesi ve diğer teyzeleri ona çok iyi davranıyor. Hatta maddi yönden yardımda bulunmak istiyorlar ama Sema kabul etmiyor. Bugün söylediğine göre teyzesi Sema'ya yeni bir telefon almak istemiş ama Sema kabul etmiyor. İlle de kendi paramla alacağım diye tutturuyor. Ona annelik yapan teyzeleri olduğu için şanslı, ama bunları yaşayan bir insana şanslı denebilir mi bilmiyorum.

Sema şimdi o 400 lira ile kendine telefon alacak ve tüm aylık giderlerini karşılayacak. Size sadece bana anlattıklarının bir kısmını anlatıyorum. Çünkü onun hayatına da saygım var.

Kendi yaşantısından bahsettikten sonra bana sordu. Ailenle aran nasıl? Nasıl anlaşıyorsunuz? Birlikte neler yapıyorsunuz? gibi sorular sordu. Daha önce ailenin ne demek olduğunu bilmeyen bir insana bunları anlatmak gerçekten çok zor. Sorularını yanıtladım ama onun benim aileme imrenmesini istemedim. Olabildiğince üzerinden geçerek anlattım. Çünkü karşımdaki kişi aile özlemi çeken biri ve ben de onun karşısında nispet yaparcasına her şeyi anlatmak istemedim.

O günden sonra Sema'nın anlattıkları sürekli aklımda. 8 yaşında annesini kaybeden Sema'yı düşünüyorum. Dağılan ailesini düşünüyorum ve üzülüyorum. Bunları bana anlattıktan sonra ise ona daha hassas davranmaya başladım. Umarım bunu hissetmiyordur ama ona karşı yapacağım her harekete, söyleyeceğim her söze artık bildiğim şeylerden dolayı dikkat etmem gerekiyor. Gözlerine baktığımda farklı şeyler görüyorum.

Bağlamak istediğim nokta şu: Lütfen bir aileniz varken, bir çatı altında yaşarken onların kıymetini bilin. Annenize babanıza karşı daha özenli olun. Çünkü hepimiz biliyoruz ki bir gün onlarsız kalacağız ve hayatta kendi ayaklarımız üzerinde durmak zorunda kalacağız.

Lisedeyken bir arkadaşım vardı. Babası sürekli onu evden kovardı ve o da sürekli "Artık ölsün, gebersin, nefret ediyorum!" derdi. Bir gün okula geldi ve babasının akciğer kanseri olduğunu öğrendiğini söyledi. O günden sonra babası her ne kadar ona kötü davranmış olsa da onun kıymetini bilmeye çalıştı. Daha sonra birkaç gün boyunca okula gelmedi ve babasının vefat ettiğini öğrendik. Okula tekrar geldiğinde "Dualarımın bu kadar tutacağını bilmiyordum." dedi.

Lütfen annenize babanıza ciddi anlamda kötü sözler söylemeyin. Çünkü gün gelir yer yarılsaydı içine girseydim de o sözleri söylemeseydim dersiniz. Karşınızda o sözleri söyleyeceğiniz kimse kalmayabilir. Bir aileniz varsa şükredin. Çünkü bazı insanlar ailesinin yanında olmasını her şeyden çok istiyor.

Kimse için onları üzmeyin. Bir başkası yine bulunur ama aile tektir, bulunmaz. Bu yazıyı eğer buraya kadar sıkılmadan okuduysanız annenize babanıza lütfen şimdi sarılın. Bir gün gelir yapmadığınız için pişman olursunuz.

Sema'nın hikayesi bana çok şey öğretti. Umarım ileride iyi yerlerde olursun Sema...

Yazı ile ilgili görüşlerinizi aşağıya yorum olarak yazabilir veya Instagram hesabım olan @haveyoumetmyblog 'dan bana dm yolu ile ulaşabilirsiniz. Başka bir yazıda görüşmek üzere.
Sağ tarafta yer alan "İzle" butonuna tıklayarak blogumu takibe alırsanız mutlu olurum :)
Haveyoumetmyblog Haveyoumetmyblog Author

EĞER İNANIRSAN KİTAP YORUMU



Kitap Adı: Eğer İnanırsan
Özgün Adı: If You Believe
Yazarı: Kristin Hannah
Yayınevi: Pegasus


"Dünyanın en duygu yüklü kitaplarından biri." desem abartmış olmam herhalde. Kesinlikle öyleydi. Her sayfası, her satırı duygu yüklüydü. Başka biri, kitapta anlatılan olayları yaşasaydı ve kaleme almak isteseydi eminim bu kadar duygusal anlatamazdı.

İlk 100 sayfaya kadar her şey normal ilerliyordu. Daha sonra yavaş yavaş karakterlerin geçmişine inmeye başladık. Karakterlerde ilginç bulduğum davranış ve tutumların nedenlerini öğrendim. Bu sayede karakterlere daha çok ısındım. Sanki bir kitap karakteri değil de gerçek hayattan biriymiş gibi, arkadaşımmış gibi hissettim.


Eğer İnanırsan, 1800'lü yılların sonunda geçiyor. Hemen "Aa, ben tarihi roman okuyamam." demeyin. Çünkü kitabın tarihi olduğunu okurken anlamayacaksınız. Günümüzü anlatan kitaplarından tek farkı, içerisinde telefon, televizyon ve internetin olmayışı. Yazar kitabın o yıllarda geçtiğini hafiften hissettirmiş sadece. Daha fazlası değil. Yani okurken 1800'lü yıllarda geçtiğini bile anlamayacaksınız. Bana sorarsanız tarihi olması daha iyi olmuş. Diğer türlü olsaydı günümüz aşk hikayelerinden bir farkı kalmayacaktı. O dönemin kısıtlı imkanları ile bir aşk romanı okumak gerçekten mükemmeldi.


Daha önce Kristin Hannah çok önerilmesine rağmen hiç okumamıştım. Kitaplarının ne kadar duygusal ve mükemmel olduğunu sürekli duyuyordum ancak nedense alıp okuma isteğim olmamıştı. Bu kitap sayesinde tanıştım onunla. Türkiye'de çevrilmiş 15'i aşkın kitabı var sanırım. En bilineni ise Ateşböceği Yolu. Okuyan herkes tabiri caizse salya sümük ağladığını söylüyor. Bu kitaptan sonra ben de Hannah okumaya başlayacağım.

Eğer İnanırsan bize gerçek aşkı anlatıyor. Daha önce aşık olduğunu sanan iki insanın aslında aşka ne kadar uzak olduklarını gösteriyor. Kitabın en sevdiğim yönü ise, Deli Fişek isimli karakterin daha önce yüzlerce kadınla birlikte olmasının gerçekten aşık olduğu kadınla birlikte olmasından ne kadar farklı olduğu mesajını vermesiydi. Diğer her şeyi boş verip sadece aşık olduğu kadını hatırlaması.


Evet, kitapta cinsellik de vardı. Ama diğer kitaplardaki gibi her bölümde görülen ve artık kusma isteği uyandıran cinsten değil. Kararlı ve yerindeydi. Eğer bu tarz sahnelerden hoşlanmıyorsanız o kısımları atlayabilirsiniz. Çok fazla bir şey kaybedeceğinizi sanmıyorum çünkü kitap boyunca toplasan 10-15 sayfada cinsellik vardı. Bu yüzden gözüme batmadı.

Karakterlere bayıldım! Benim için 'Unutulmaz Karakterler Listesi'ne girdi. Kitap bitse de sanki onlar dünyanın bir köşesinde yaşıyormuş gibi geliyor bana. Bir yazarın kaleminden çıkma karakterler değil de kanlı canlı insanlarmış gibi. Onların geçmişini öğrenmek keyif vericiydi. 

Evet, itiraf ediyorum! Sonunda göz yaşlarıma hakim olamadım. Ağladım! Mükemmel bir sondu kesinlikle. Gerçek aşkın ne olduğunu bir kez daha anladım. Çok çok çok iyiydi. Bitirdikten sonra ise kendimi düşünmekten alıkoyamadım.

Kitabın akıcılığına söylenecek söz yok. 2 günde bitti ve okurken fazlasıyla keyif aldım. Gözüm kapalı önereceğim kitaplardan bir tanesi oldu. Kesinlikle alıp okuyabilirsiniz. Pişman olacağınızı sanmıyorum.

"Karakterlerin ruh hallerini ve duygularını resmetmekte Hannah'nın üstüne yok." - The Washington Post Book World


KONUSU:

1 yıl önce annesini kaybeden yirmili yaşlarının sonundaki Mariah, yaşlı babası ile gözlerden uzak bir çiftlikte yaşamaktadır. Geçimlerini kendi kendilerine sağlayan ikilinin sıradan bir hayatı vardır. Mariah yıllar önce yaşadığı olayın izlerini hala taşımaktadır. Karakterinde gözle görülür değişimler olmuş ve eski Mariah'ın yerine ruhsuz ve sert biri gelmiştir. Aynı zamanda çiftliğin çitlerinden dışarı adım atamayan Mariah, babası ile olan eski samimiyetini özlemektedir.

Çapkın, vurdumduymaz ve serseri Deli Fişek... Geçimini yarı zamanlı işlerde çalışarak ve dövüşerek geçiren genç adam, kışın yaklaşması ile iş arayışına düşmüştür. Bir çiftlikte yardımcıya ihtiyacın olduğunu ve kalacak yer, yemek ve yevmiyenin de tam işine yarayacak şey olduğunu düşünen Deli Fişek çiftliğe doğru yola koyulur. Deli Fişek'in en kötü huyu ise birlikte olduğu kadınları kendine aşık ederek ardında bırakmaktır...


Kitabı bayılarak okudum ve benden 9 puan almayı hak etti. Kitap hakkındaki düşüncelerinizi aşağıya yorum olarak bırakabilirsiniz. Beni Instagram hesabım olan @haveyoumetmyblog 'dan takip etmeyi unutmayın :)
Sağ tarafta yer alan "İzle" butonuna tıklayarak blogumu takibe alırsanız mutlu olurum :)
Bülbül kitap yorumunu okumak için BURAYA tıklayabilirsiniz.
Haveyoumetmyblog Haveyoumetmyblog Author

BİR YUDUM SU KİTAP YORUMU



Kitap Adı: Bir Yudum Su
Özgün Adı: Not A Drop To Drink
Yazarı: Mindy McGinnis
Yayınevi: Novella Dinamik Yayınları

Bir Yudum Su'yu tanımlayacak en iyi cümle, "Keyif vericiydi." Ne bundan ötesi, ne de bundan gerisi. Bu kitap verdiği mesajlar bakımından aslında benim gözümde 100'lük. 2100'lü yıllarda dünyamızı ne gibi felaketlerin bekleyeceğinin bir habercisi. İnsanların bir yudum su için neler yapabileceklerinin aynası.

İnsanlık olarak dünyayı, yaşadığımız çevreyi bilinçsizce kullanıyoruz. Gelecek nesiller için ardımızda hiç de iyi olmayan izler bırakıyoruz. Bununla birlikte dünya sadece bize aitmişcesine diğer canlıların yaşamını kısıtlıyoruz. Onları her geçen gün biraz daha yok edip kendi sonumuzu hazırlıyoruz.


Bir Yudum Su'da tüm bu konuların arasından en önemli olanı seçilmiş. İnsanların ve diğer canlıların yaşamını devam ettirebilmesi için birincil gerekli olan hayat unsuru, yani su.

Bir gün uyandığınızda musluğunuzdan su akmadığını ve bunun günlerce, hatta haftalarca süreceğini düşünün. Artık umudunuzu kesmez misiniz? İlkelleşmez misiniz? İşte başkarakterimiz de ilkel yaşamayı tercih etmiş, daha doğrusu annesi tarafından zorunlu bırakılmış.



Kitapta yaratılan dünyayı sevdim. Bazı sorular cevapsız kalsa da asıl değinilmek istenen konu ve verilmek istenen mesaj çok güzeldi. 

Hayatta kalma mücadelesi barındıran kitaplar beni diğerlerinden daha çok etkiliyor sanırım. Bir gün dünyayı zombilerin basacağını veya su kaynaklarının tükeneceğini düşünmek her ne kadar korkunç olsa da bana heyecan veriyor :)

Başkarakterimiz olan Lynn'in medeniyetten yoksun büyümesi güçlü bir karakter olmasını da beraberinde getirmiş. Güçlü karakterleri seviyorum. Ne yapacağı konusunda kararlı olan kız karakterler her zaman bir adım öndedir.

Bununla birlikte 5 yaşındaki Lucy, buram buram gerilim kokan bu kitaba keyif katmış. Onun olduğu sahneler masum, komik ve eğlenceliydi.


"Mindy McGinnis'in Bir Yudum Su kitabı, arızasız musluğum için delicesine şükretmeme neden olan, temiz suyun tükendiği, gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel geleceğin ürkütücülüğünü konu alan ustaca yazılmış bir eser. Bu kitap kıyamet sonrası hayatta kalma hikayesinden çok daha fazlası. Bayıldım!" - Jodi Meadows "Ruhlar" üçlemesinin yazarı.

Kitap 300 sayfa ve yazım dili oldukça basit. Akıcı bir şekilde ilerliyor. 1 gün içerisinde okuyup bitirebileceğiniz çerezlik bir kitap.

Yazarımız aynı zamanda kitaba fantastik ögeler de eklemiş. İçerisinde "Su Büyücüsü" gibi kavramlar da vardı.

Ben okurken keyif aldım. Dediğim gibi keyif almanın ne ötesinde ne de gerisinde olan bir kitaptı. Bu tarz okumayı sevenlere kesinlikle önerimdir.

KONU:

Kuraklık sonrası bir dünyada annesi ile birlikte yaşayan Lynn, hayatını devam ettirmek zorundadır. Şehrin dışında ve neredeyse kimsenin uğramadığı bir evde yaşayan iki kadın kimseye güvenmemeleri gerektiğinin fazlasıyla farkındadır.


Onlar için tek önemli olan evlerinin hemen yanında olan küçük bir göldür. Tek amaçları o gölü korumaktır. Ancak dünya üzerinde kalan çok az gölden biri olan bu göl tehlikeyi de kendine çekecektir. Ufukta beliren duman tek bir şeyin habercisidir, yabancılar...

Bir Yudum Su benden 7 puan aldı. Kitap hakkındaki görüşlerinizi aşağıya yorum olarak bırakabilirsiniz. Beni Instagram hesabım olan @haveyoumetmyblog 'dan takip etmeyi unutmayın :) Başka yorumlarda görüşmek üzere.
Sağ tarafta yer alan "İzle" butonuna tıklayarak blogumu takibe alırsanız mutlu olurum :)
Haveyoumetmyblog Haveyoumetmyblog Author

SENİ BEN UYDURDUM KİTAP YORUMU



Kitap Adı: Seni Ben Uydurdum
Özgün Adı: Made You Up
Yazar: Francesca Zappia
Yayınevi: Pegasus Yayınları

Alex'e benden bir not:
Ah Alex, yazık sana... Yaşadıklarının hiçbiri senin seçimin değildi. O yüzden üzülme. Yanında Miles var.

Öncelikle bu kitabın ne kadar duygusal ve mükemmel olduğunu anlatmadan önce kapağa bir kez daha bakmanızı rica edeceğim. Çünkü ben bayıldım!

Kitabın tanıtımının yapıldığı günden beri çıkmasını bekliyordum. Konusunu okuduğumda "İşte bu tam benlik!" demiştim. Uzun zamandır karakterlerin iç yaşantılarını derinlemesine inceleyen bir kitap okumamıştım. Bu yüzden Seni Ben Uydurdum çok iyi geldi.

Seni Ben Uydurdum, biraz psikolojik biraz da gençlik kitabı. Her ikisinin harmanlanmasıyla ortaya güzel bir roman çıkmış.

Kitapta yer yer zorbalık konusuna değinilmiş. Hoşuma giden en büyük nokta bu kısımdı. Karakterimizin insanlar tarafından psikolojik şiddete maruz kalması, alay konusu olması ve dalga geçilmesi mükemmel işlenmişti. Bu türde yazılan her kitap, makale, çekilen her film, dizi insanların biraz olsun bilinçlenmesine ve bu tür psikolojik şiddetin önüne geçilmesine yardımcı oluyor.

                             

Başkarakterimiz Alex'in psikolojik bir hastalığı var. Gördüğü şeylerin gerçek veya sanrı olup olmadığını ayırt edemiyor. (Konu kısmında daha detaylıca bahsedeceğim) Kitabı Alex'in bakış açısından okuduğumuz için biz de gördüklerinin gerçek mi yoksa sanrı mı olduğunu ayırt edemiyoruz. Bu yüzden Alex güvenilmez bir anlatıcı. Yani Alex'e güvenmeyin, benden söylemesi.

Tüm bu hastalığa rağmen hayata tutunmaya çalışan ve insanları umursamayan bir karakter Alex. Açıkçası onu sevdim. Her şeyi onun gördüğü gibi görmek ve hissettiği gibi hissetmek hoşuma gitti. Adeta onun bedeninde ben vardım sanki.


Kitap aslında Alex'in psikolojik bozukluğu üzerine kurulmuş. Sadece bu doğrultuda olaylar anlatılasaymış bile yeterli olurmuş. Ama yazarımız durur mu? Kitabın içerisine bir sürü gizemli olay eklemiş. Çok da güzel olmuş.

Kitabın akıcılığına diyecek söz yok. 400 küsür sayfa olmasına rağmen 1 buçuk günde bitti ve yer yer gözlerimi yaşlarla doldurdu.

Bir de yan karakterimiz var. İşte o herkesin korktuğu, gözüne dahi bakamadığı Miles. Onun da kendince sorunları var. Alex'le birlikte tencere kapak misali birbirlerini bulmuşlar. Kitapta Miles'ın değişimine de şahit oluyoruz. Bu, içinizin kıpır kıpır olmasına neden olabilir dikkat edin :)

İnsanların bilinçlenmesi adına yazarımız Francesca Zappia gerçekten dokunaklı bir roman yazmış. Onu tebrik ediyorum.


KONU:

17 yaşındaki Alex, 7 yaşındayken kendisine konulan paranoyak teşhisi ile bundan sonraki hayatının normal olmayacağının farkına varır.

Gerçek ile hayali birbirinden ayıramayan Alex, yanında sürekli fotoğraf makinesi taşımak zorunda. Çünkü gün içerisinde gördüğü en ilginç şeylerin fotoğrafını çekiyor ve eve döndüğünde gördüklerinin aslında gerçek olup olmadığını kontrol ediyor.

Son okuduğu liseden atılan Alex, yeni lisesinde temiz bir sayfa açmaya kararlı. Kimseye hastalığından bahsetmeyecek ve normalmiş gibi davranacak. Bunda başarılı olabilecek mi?

Bir de yakışıklı ama bir o kadar da soğuk Miles var. Okuldaki herkes ondan korkuyor. Kimse gözlerine bakmaya dahi cürret edemiyor. Alex dışında...


ALINTILAR:

"Bazen insanların gerçeği fazla hafife aldığını düşünüyorum.
Yani gerçek hayat ile rüya arasındaki farkı nereden bildiğimizi kastediyorum. Rüyadayken bunu fark etmeyebilirsiniz ama uyanır uyanmaz gördüklerinizin bir rüya olduğunu ve iyi ya da kötü ne varsa bunun gerçek olmadığını bilirsiniz. Eğer Matrix'de değilsek bu dünya gerçektir, bu dünyada yaptıklarınız gerçektir ve neredeyse bilmeniz gereken tek şey de budur. İnsanlar bunu hafife alıyor."

"Doktorların çok yardımı dokunuyordu ama ben neyin gerçek olup neyin olmadığını anlamak için kendi sistemimi geliştirmiştim. Fotoğraf çekiyordum. Zamanla fotoğraflarda halüsinasyonlar  kaybolurken gerçekler kalıyordu."

"Benim gerçeği hafife almak gibi bir lüksüm yoktu. Ve öyle gören insanlardan nefret ettiğimi söyleyemem çünkü bu neredeyse herkesten nefret etmek olurdu."

Seni Ben Uydurdum'u çok dokunaklı buldum ve 9 puan verdim. Siz de kitap hakkındaki düşüncelerinizi aşağıya yorum olarak bırakabilirsiniz.

Beni Instagram hesabım olan @haveyoumetmyblog 'dan takip etmeyi unutmayın. Başka bir blogda görüşmek üzere :)
Sağ tarafta yer alan "İzle" butonuna tıklayarak blogumu takibe alırsanız mutlu olurum :)
Haveyoumetmyblog Haveyoumetmyblog Author

ÜNİVERSİTEDE İLK HAFTAM NASIL GEÇTİ?


25.09.2017 tarihinde ilk üniversite deneyimimi yaşamış oldum :) Kulağa her ne kadar saçma gelse de benim için oldukça heyecan verici bir ilk gündü. Bilmeyenleriniz için: Beykent Üniversitesi'nde %75 burslu İngilizce Yeni Medya okuyorum. Ancak şu anda hazırlıktayım, daha kendi bölümüme geçmiş değilim. Bölümüm aslında Beykent Üniversitesi'nin Ayazağa Kampüsü'nde yer alıyor. Ama hazırlık için Beylikdüzü Kampüsü'ne gidiyorum. Gelecek yıl Ayazağa'ya geçeceğim.

Daha fazla uzatmadan ilk günüm nasıldı bahsetmeye başlıyorum. Şanslıyım ki lisedeki en yakın arkadaşımla aynı üniversiteye düştük. Bölümlerimiz farklı ama ikimiz de İngilizce okuduğumuz için hazırlıktayız. Okula kayıt olurken girdiğimiz sınavda her ne kadar aynı dereceyi almış olsak da sınıflarımız aynı değil, yan yana.

Benim karakterimde insanlarla çabuk kaynaşıp ve samimi olmak yok. Tipik bir akrep burcuyum diyebilirim. Dışarıdan her ne kadar soğuk görünsem de benimle tanıştıktan sonra ne kadar sıcak olduğumu görebilirsiniz. Bu yüzden en yakın arkadaşım veya tanıdığım biri yanımda olmasaydı ilk gün heyecanıyla neler yapardım bilmiyorum.

Dersim 8.30'da olmasına rağmen ben sabah 6.00'da uyanıyorum. Neden? Çünkü okulum Beylikdüzü'nde...


Daha gün ağarmadan ben yollara düşmüş oluyorum ve ben yoldayken güneş yavaş yavaş doğmaya başlıyor. Bir de bunun kış mevsimini düşünsek ne olur bilmiyorum....

İlk gün en yakın arkadaşımla geç kaldık :) Çünkü yolun o kadar uzun süreceğini hesaba katmamıştık. Bir de kat kat dolaşıp sınıflarımızı aramaya kalkınca baya bir geç kalmış olduk. Derse ilk girdiğimde İngilizce konuşan bir kadın ders işliyordu. Sonradan öğrendim ki aslen Londralı'ymış ve adı Christina'ymış. İlk başlarda kimsenin Türkçe konuşmaması ve herkesin İngilizce anlaşması beni güldürdü. Haftanın ilk gününe ve son gününe bakıyorum da ne çabuk alışmışım.

İlk iki ders Ms. Christina'nın ve son iki ders Mr. Özkan'ın. Mr. Özkan ise Türk. Aslında Türkçe biliyor ama ağzından bir tane Türkçe kelime duyana aşk olsun. İlk günden ders işlemeye başladık ne yazık ki.


Arkadaşlarımdan bahsetmek gerekirse... Sanki herkes daha önceden arkadaşmış da ben sonradan katılmışım gibi. İnsanlar ne çabuk kaynaşıyor böyle? Sınıfta dönen espriler, şakalar falan filan.... Sınıfımız zaten 15 kişilik ve insanlar çabuk kaynaşıyor, ben biraz dışarıda kaldım gibi oldu :/

İlk günden numaralarımız alındı ve bir WhatsApp grubu oluşturuldu tabii ki :) Ben konuşmalara fazla katılmasam da okumadan geçmiyorum :D

İkinci gün ilk günün aynısı gibiydi. Ama suratlar ve isimler yavaş yavaş tanıdık gelmeye başladı. Üçüncü günde ise birileriyle yavaş yavaş iletişim kurmaya başladım.

İlk üç güne kadar sınıfta pek konuşmuyordum. Derslerde falan söz almıyordum. Ama son iki günde kendimi biraz daha öne atmaya başladım.

Bir de şöyle bir şey var. Benim İngilizce seviyem iyi. Lisedeyken sınıfta en iyi İngilizcesi olanlardan biriydim. Ama hazırlıkta herkes benimle aynı seviyede ve herkesin İngilizcesi çok güzel. Bu yüzden biraz şaşırmış ve hayal kırıklığına uğramış oldum :/

4. gün yani perşembe günü artık birileriyle gerçekten diyaloglar kurmaya başladım ve derslere katılmaya başladım. Sanırım o gün sınıf arkadaşlarımla birlikte terasa gittik ve birbirimizi biraz daha yakından tanıdık.


Bu arada ilk hafta dersler hafif olur diye düşünmeyin çünkü neredeyse her gün ödev verdiler ve onları yapacağım diye canım çıktı.

Son gün sınıfımıza yeni biri geldi ve yanıma oturdu. Kapalı bir kızdı ve yaşının benden büyük olduğu belliydi. Ayrıca Türk de değildi. Ms. Christina derste ona yardımcı olmamı söyledi ve ben de öyle yaptım. Sonradan öğrendim ki adı Lama imiş ve Suriyeli imiş. Önümüzdeki hafta onunla da samimi olmayı düşünüyorum :)

Son olarak dersleri İngilizce işlediğimizden olsa gerek artık her şeyi İngilizce düşünmeye başladım. Örneğin birinini söylediği veya kafamda kurduğum bir cümleyi hemen İngilizce'ye çeviriyorum. İlk haftadan böyle bir gelişme göstermem bence çok iyi :)

İlk hafta okulu pek fazla gezme fırsatı bulamadım. Bu yazım üniversiteye yeni başlayanlara ve başlayacak olanlara umarım bir tavsiye niteliğinde olur. Bahsedeceklerim bu kadardı. Kendinize iyi bakın. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere :)

Yazımla ilgili düşüncelerinizi aşağıya yorum olarak bırakabilirsiniz. Beni Instagram hesabım olan @haveyoumetmyblog 'dan takip etmeyi unutmayın :)
Sağ tarafta yer alan "İzle" butonuna tıklayarak blogumu takibe alırsanız mutlu olurum :)
Haveyoumetmyblog Haveyoumetmyblog Author

GAGA: FIVE FOOT TWO BELGESELİ İZLE / YORUM



Az önce Gaga: Five Foot Two'yu izledim ve sıcağı sıcağına düşüncelerimi paylaşmak istedim. Muazzam bir şeydi. Bu kadına tekrar aşık olmamı sağladı. Yıllardır Lady Gaga'nın büyük bir hayranıydım ancak bu yönünü daha önce hiç görmemiştim.

Belgeselde Lady Gaga'nın kostümlerinin, makyajının ve peruklarının ardındaki kadını görüyoruz. Bu kadın, daha önce yüzlerce, hatta binlerce kez farklı kostümlerle gördüğümüz kişinin ta kendisi. Ancak bu sefer karşımıza yalın olarak çıkıyor. İç dünyasıyla birlikte...



Belgeselde hem Stefani'nin, nam-ı diğer Lady Gaga'nın son çıkardığı albüm olan Joanne'in tasarlanış sürecini, hem albümün onun için anlamını, hem son birkaç yıldır yaşadığı hastalığı izliyoruz.

Bildiğiniz üzere Gaga, müziğe ara verdiğini açıkladı. Joanne World Tour sırasında acılarına daha fazla katlanamayarak turneyi yarıda bıraktı. Şu anda iyileşme sürecinde. Hastalığının adı, Fibromiyalji. Fibromiyalji, kas yorgunluğuna neden oluyor ve kişiye fazlasıyla acı veriyor. Bunu belgeselde görebilirsiniz. Gaga acı çekiyor, hatta ağlıyor.



Son birkaç yıldır bu acı ile yaşayan Gaga'yı izlemek bana ne yalan söyleyeyim acı verdi. Onu o halde görmek gerçekten üzdü.

Gaga'nın iç dünyasını yansıtan bu belgesel Netflix tarafından çekildi ve 22 Eylül tarihinde yayımlandı. Albümün yapılış sürecini izlemek, kliplerin perde arkasını görmek bana keyif verdi.

Aynı zamanda Gaga'nın Superbowl Devrearası Şov'u çok konuşulmuştu. Belgeselde Gaga'nın şova hazırlanışını da izliyoruz. Bunların yanı sıra Madonna ve Gaga arasındaki çekişmeye de yer verilmiş. Gaga açık bir şekilde Madonna'nın yaptıklarından bahsediyor.



Belgeselin IMDb'si şu anda yüksek görünüyor ve bazı sitelere de düşmüş durumda. İzlemek isterseniz aşağıya linki bırakacağım.

İster Lady Gaga hayranı olun, ister olmayın ama bu belgeseli mutlaka izleyin. Gaga'nın iç dünyasına inmek ve onun da bizim gibi olduğunu görmek size keyif verecektir.

Ancak izlemeden önce de şunu göz önün de bulundurmalısınız ki belgesel acemilik içermektedir. Çok profesyonel bir şey beklemeyin benden söylemesi.

Film Linki: Buraya Tıklayın...

Joanne Albümünden 5 Şarkı Önerisi:

1) John Wayne

2) Joanne

3) Dancin in Circles

4) Million Reasons

5) Perfect Illısuon 


Siz de belgesel hakkındaki görüşlerinizi aşağıya yorum olarak bırakabilirsiniz. Beni Instagram hesabım olan @haveyoumetmyblog 'dan takip etmeyi unutmayın.
Sağ tarafta yer alan "İzle" butonuna tıklayarak blogumu takibe alırsanız mutlu olurum :)
Haveyoumetmyblog Haveyoumetmyblog Author

Hakkımda

Selam, ben Emirhan! Blogumla tanıştın mı? Burası benim kitap eleştirileri, dizi/film önerileri yaptığım, yeri geldiğinde ise bazı konularda fikirlerimi sunduğum bir blog. Bloguma göz atmaya hazır mısın?

Blogu Takip Et (Yeni)

Blogumda Ara

Instagram Hesabım

Etiketler

Haveyoumetmyblog

Translate

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *